04 Ocak 2015 04:15

Klişenin ötesi hakikatin berisinde Hizbullah

6-8 Ekim’de ve en son Cizre’de yeniden sokağa taşan şiddeti nasıl yorumlamak gerekir? Doksanlara yeniden bir geri dönüş mü bu yoksa başka bir sürecin başlangıcı mı? Bu sorulara cevap vermeden önce şunu söylemekte yarar var. Bugün Kürdistan coğrafyasında sadece Kürt Hareketi’ne angaje olanlar değil neredeyse bütün kesimlerde Hizbullah/Hüda-Par’a yönelik çok negatif bir algı var.

Paylaş

Adnan ÇELİK*

Hizbullah’a dair genel tartışmaya geçmeden önce, var olan iki klişeye dair şu tespitle başlayalım. Özellikle doksanlı yıllardaki Hizbullah pratiği için “devletin çıkarlarına alet olan kontra bir örgüt” ve 6-8 Ekim serhildanları sonrasında ise Hüda-Par’a yapılan “devlet kontrolünde provokasyon  yapan parti” gibi yakıştırmaların meselenin en azından iki önemli dinamiğinin üzerini örttüğünü söylemek mümkün: Öncelikle Hizbullah’ın doksanlı yıllarda devlet tarafından “kullanıldığı” söylemi iki açıdan eksiktir. Birincisi devleti kesinkes merkeze koyan ve onunla ilişkilenen yapıların tamamen devletin çıkarları lehine dönüştüğünü varsaymaktadır ki bu da devletle ilişkilenen yapıları pasif, kendisi üzerine düşünemeyen bir bağlama oturtmaktadır. Oysaki doksanlı yılların başından sonuna kadar Hizbullah’ın devletle kurduğu ilişki kazan-kazan yaklaşımına dayalı son derece stratejik bir ilişkidir. Bir yandan hem dağdaki silahlı gücü, hem de kent merkezlerindeki serhildan gücü ile devleti ciddi anlamda zorlayan PKK’ye karşı koyabilmesi imkânsız olan Hizbullah’ın devletin bütün silahlı, lojistik ve istisna hali hukukuna dayalı gücünü arkasına alarak gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin halkta yarattığı infial ve korkuyla kendine alan açması; öte yandan da PKK karşısında son derece zorlanan devletin Kürtler arası bir yerel çatışma dinamiği üzerinden kentsel mekandaki PKK gücünü kırma, sindirme hedefinin çakıştığı böylesi bir bağlamı “kullanma” olarak tarif etmekten ziyade simbiyotik bir ilişki olarak görmek gerekir. İkinci olarak 6-8 Ekim serhildanlarında yaşanan şiddet pratikleri ile başlayan ve Cizre’de doruğa ulaşan gerilimin, “kullanıldılar” söylemine eklemlenen “provokasyon” ile taçlandırılması ise meselenin bir başka dinamiğinin üzerini örtmektedir. Kürt toplumunu homojen bir kategori olarak kodlayan bu yaklaşım, Kürtleri yekpare bir bütün olarak tahayyül etmekte ve Kürtler içi güç ve iktidar ilişkilerini görmezden gelmektedir. Bir yerde provokasyon varsa, orda bir toplumsal gerilim ve çatışma zemini var demektir. Bu karşıtlık zemininin gerçekliğini görmeden ve bunun nedenleri üzerine tartışma yürütmeden, her şiddet durumunu “provokasyon” olarak tariflemek sorunun uzun vadede  derinleşmesinden öte bir anlam ifade etmiyor maalesef. “Kullanıldılar” ya da “provokasyon var” söylemlerine gerçek körü bir soyutlukta bakmayı bu şekilde eleştirmek; bu olguların somut olarak var olmadıkları anlamına da gelmiyor elbet. Fakat esas mesele sonuçlar üzerinden hareketle yaşananları belirli kalıplarla karikatürize etmekten ziyade bu sonuçları doğuran nedenleri tartışmak olmalı diye düşünüyorum.

HÜDA-PAR İÇİN NEGATİF ALGI VAR

6-8 Ekim’de ve en son Cizre’de yeniden sokağa taşan şiddeti nasıl yorumlamak gerekir? Doksanlara yeniden bir geri dönüş mü bu yoksa başka bir sürecin başlangıcı mı?  Bu sorulara cevap vermeden önce şunu söylemekte yarar var. Bugün Kürdistan coğrafyasında sadece Kürt Hareketi’ne angaje olanlar değil neredeyse bütün kesimlerde  Hizbullah/Hüda-Par’a yönelik çok negatif bir algı var. Hizbullah’ın doksanlardaki şiddet eylemlerini devletle kurduğu işbirliği ile özdeşleştiren insanlar; Hizbullah’ın her ne kadar artık legal alanda siyaset yapmak istediğini deklare etmiş olsa da, hem Kürt Hareketi’ne yönelik geliştirdiği düşmanca nefret söylemini, hem de doksanlarda gerçekleştirdiği sivillere yönelik katliamlara dair en ufak bir özeleştiri çabasını reddetmesini, doksanlardaki tutumunda bir ısrar olarak görmekte ve bu yüzden de onu legal alanda siyaset yapan bir oluşum olarak kabullenmekte zorlanmaktalar. Her ne kadar PKK’nin de Hizbullah sempatizanı bazı sivillere yönelik eylemleri olmuş olsa da iki örgütün şiddet pratiklerini birbiri ile kıyaslamak mümkün değil. Hizbullah tarafından öldürülen kişilerin neredeyse yüzde yüzü sivildir ve şehir merkezlerinde ulu orta infaz edilmişlerdir. Buna rağmen Hizbullah medyasına baktığımızda, doksanlardaki pratiklerinden hiçbir şekilde pişman olmayan ve bütün olanların yegane sorumlusu olarak PKK’yi gösteren inkârcı bir tutumda ısrar ettiğini görüyoruz.  Doksanlarda, PKK’ye yönelik meşhur “Partiya Kafirên Kurdistan” (Kürdistan Kafirler Partisi) tanımlamasında hala direten, PKK ve legal demokrasi güçlerini “İslam düşmanı”, “Zerdüştî”, “komünist”, “ateist” bir hareket olarak tanımlayan söylem; Hizbullah/Hüda-Par çizgisindeki radyo, televizyon, gazete ve internet sitelerinin tamamı tarafından paylaşılmaktadır. Doksanlarda yaşananların sorumluluğunu PKK’ye yıkan ve kendisine yönelen her türlü baskıda sürekli doksanlardaki pratiklerini hatırlatan Hizbullah için doksanlar adeta aba altında sopa göstermeyi amaçlayan her türlü imanın repertuvarı durumundadır.

HÜDA-PAR’IN SEÇİM HAYAL KIRIKLIĞI

Fakat özellikle 2014 senesi Hizbullah/Hüda-Par’ın iki önemli gerçekle yüzleşmesini dayattı. Bunlardan ilki yerel seçimlerde yaşadığı hayal kırıklığıydı. Peygamber Sevdalıları Platformu tarafından her yıl organize edilen ve yüz binlerce insanın katıldığı Kutlu Doğum Mitinglerinden hareketle ciddi bir siyasal temsil ikame edeceğini düşünen Hüda-Par, seçim akşamı büyük bir şaşkınlık yaşadı. Batman, Silvan, Bingöl gibi yerellerde ciddi oy almayı hedeflemesine rağmen, toplamda doksan bin civarında oy alan Hüda-Par, Kürt seçmenden ilk mesajını almış oldu. Bütün tazeliğini koruyan ve DAIŞ, El Nusra gibi selefi örgütlerin Rojava’daki pratikleri ile yeniden güncellenen doksanlar hafızası; Hizbullah’ın, gerçekleştirdiği şiddet pratikleri ile yüzleşmeden ciddi bir siyasal iktidar elde edemeyeceğini açık bir şekilde gösterdi. Fakat burada şunu da eklemekte yarar var. İlk defa seçime girmiş olmasına rağmen uzun yıllardır ciddi bir örgütlenme geleneği yaratan HAKPAR gibi Kürdistani ve milliyetçi  partilere oranla Kürt alt sınıfları arasında daha fazla karşılık buldu Hüda-Par.
İkinci gerçek ise 6-8 Ekim’de Mardin, Diyarbakır, Batman gibi şehirlerde yaşanan halk isyanı sonrasında açığa çıktı. Bu halk isyanında ilk defa Hizbullah’ın doksanlardaki şiddet iktidarına dayalı repertuvarı derin bir şekilde sarsıldı. Doksanlarda devlet ile özdeşlesen, dolayısıyla her eyleminin arkasında devlet olduğu varsayımıyla ciddi bir korku ve panik yaratan Hizbullah, kent merkezlerini kısa sürede terörize etmeyi ve halkı sindirmeyi başarmıştı. Bu başarının diğer iki nedeni ise PKK’nin kent merkezlerindeki milis güçlerinin yokluğu veya bazı durumlarda şehir savaşındaki deneyimsizliği ve bir yeraltı örgütlenmesi olan Hizbullah’ı kamusal alanda tanıma zorluğuydu.  Oysaki 6-8 Ekim’de yaşanan halk isyanında Hizbullah’ın doksanlı yıllardaki bu üç temel avantajı açık bir şekilde yitirdiği görüldü. Otuz yıldır devlet şiddetine direnen halk tabanında devlete yönelik bir korku kalmamış, YDG-H gibi kent merkezli milis kuvvetler aracılığı ile kentsel silahlı savunma güçleri oluşturulmuş ve 2000 sonrasında kendisini sivil alanda örgütleyen Hizbullah’ın da artık dernek, parti, iş yerleri gibi herkesçe bilinen bir kamusal yüzü oluşmuştu.


ROJAVA’DAKİ ÖFKENİN YANSIMALARI

Şengal ve Kobanî’deki selefi örgütlerin Kürtlere yönelik şiddetinin yarattığı öfke ve nefretin Kürtler içi mevcut gerilimleri daha da körüklemesini engellemek ve bu hoşnutsuzluğun 6-8 Ekim serhildanlarındaki gibi Hizbullah/Hüda-Par’a kanalize olmaması için, iki seçenek kendisini zorunlu bir şekilde dayatıyor: Birincisi, Hizbullah’ın doksanlardaki pratikleri ile samimi ve gerçek bir şekilde yüzleşmesi. İkincisi ise Kürt Hareketi’ne yönelik düşmanca yaklaşım ve nefret söylemli içeriklerden vazgeçerek hareketin Kürdistan’daki verili gerçeği ile barışması. Kürt Hareketi’nin ise Hizbullah/Hüda-Par’ı tamamen devlete yedeklenmiş “kontra” bir yapı ve Kürdistan’da hiçbir temsiliyeti olmayan sûni bir oluşum olarak görmekten vazgeçmesi ve Kürt demokrasi güçlerinin yaratacağı demokratik baskı araçlarıyla Hüda-Par’ı legal alanda siyaset yapacak bir çizgiye zorlaması gerekiyor. Ayrıca hem Kürt Hareketi’nin hem de diğer Kürt siyasi parti ve oluşumlarının, Hüda-Par çizgisinin özellikle Kürt alt sınıfları içerisinde neden bu kadar kolay ve hızlı karşılık bulduğu sorusuna cevap vermeleri de gerekir. Bu noktada Kürt Hareketi’nin özellikle yerel yönetim deneyimleri ve legal alandaki siyasi pratiklerinin yoksullarda oluşturduğu mesafe duygusu ve diğer Kürdistani parti ve oluşumların bu alt sınıflarla ilişkilenmede yaşadığı tıkanma üzerine ciddi bir şekilde düşünmesi elzemdir.

Son olarak, 2013 martından beri devam eden “müzakere süreci”nin sadece Türk devleti ile Kürt Hareketi arasında değil; doksanlarda değişik aktörler (PKK, Korucular, Hizbullah) arasında gelişen Kürtler arası yarılmaların onarılması bağlamında da genişletilmesi elzemdir. Toplumsal barışın gerçek anlamda inşası, ancak Kürtler arası uyuşmazlıkların siyaseten çözülebilir bir aşamaya getirilmesi ile mümkün olabilir. Bunun çözümü ise bir yandan Türk devleti ile müzakerelerin devam ettirilmesi, bir yandan da Kürtler arası bir iç müzakere sürecinin başlatılması ile gerçekleşebilir. Kürtlerin Türk devletinden ayrılma seçeneği her zaman vardır ama kendi topraklarında farklı fikir, inanç ve ideolojiler ile birlikte iç içe yaşamaları bir toplumsal zorunluluk olarak ortadadır.

*Paris-EHESS, Antropoloji

ÖNCEKİ HABER

Kopuşu ertelemek ya da Cizre ayracı

SONRAKİ HABER

Cizre’de provokasyon denkleminin bilinmeyenleri!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa